yıldızım


Saçları iki yana örgülü , küçük, çirkin bir kızken, annemin evinin arkadaki odasında ağaçların arasından yıldızları gören bir divanda, yatağım vardı o zaman… Her gece, herkes uyurken perdeyi aralar ve badem dallarının arasından secmeye çalışırdım; en parlak, her zaman orada duran ve hiç gitmeyen yıldızı secerdim kendime… O benim yıldızımdı… Küçük bir yıldızdı, benim gibi, sanki bana benziyordu, hiç bir şey bilmezdi, ben anlatmasam, konuşamazdı, cevap veremezdi, dünyanın bütün kötülük ve yalanlarını görür, işitir, yine de karanlığın içinde aynı parlaklığıyla her gece kendini yenileyerek, daha bir parlayarak gelirdi geceme, bana.
..

Sessiz bir çocuktum, çok fazla konuşmayan ve her şeye ağlayan… Ama nazlı değil, kendi acısı ve yağıyla kavrulan, kimseyi rahatsız etmeden kendi kendine bir köşede sesini bile duymayacağınız şekilde mızlayan… Hani şu meşhur resimdeki ağlayan o erkek çocuğunun mahzuniyeti ve hüznü, sanki onu taşıyordum… Öyle ki artık bu, niye ağlıyor diye sormazlardı bile… Çok fazla konuşmaz ve dinlerdim, dinlemek konuşmaktan kolay gelir çoğu zaman hala… Belki de konuşmaktan ağırdır, kendine zarar verir ama, kendi sessizliğimin içinde başkasını konuşturmak hoşuma gitmiştir her zaman… Her gece, kendimle beraber günü ve hayatımı paylaştığım yıldızıma anlatırdım, beni duyardı, sanki cevab verir gibi göz kırpardı, ya da bana öyle geliyormuştur, ne bileyim, küçük bir kızdım daha, hayali samanyolundan büyük, kendine parlayan bir yıldızı dost seçmiş…

Bütün güzel ve üstün değerlerin adına neden yıldız, denilmiştir biliyor musunuz?… Çünkü yıldızlar, yenilmeyen ve direnen lerin temsilcisidir, en üst seviyeden bakıp gülümseyebilenlerin, herşeye ve herkese karşı dimdik durarak kendini bilenlerindir… Yıldızımı örnek almıştım kendime, yıldız dediğin göğe yakışır, geceye,karanlığa, samanyolunun uzantısında gösterir kendini… O parlak yıldızda saçları iki yana örgülü, küçük duygusal kızı görürdüm, onunla günü ve değişmez yaşamımda değiştirebileceklerimi konuşur, olmazları tartışır, olanlardan paha biçtirirdim kendime…

Ve konuşmayı öğrendim, zamana ve doğaya, insana ve yalana, umuda ve isyana haykırmayı, susmayıp direnmeyi, direndikçe bileğilenip daha bir dik durmayı esen rüzgara, bir türlü kesilmeyi bilmeyen tufana karşı seslenmeyi, isyanı, haykırmayı; es kara bağrıma, es!…

Büyüdü küçük kız, büyüdükçe ummana karıştı her zerresi, her zerresinde batmış bir gemimin kırık parçalarıyla savruldu dalgalarda, yıldızını unuttu, veya görmedikçe, büyüdükçe denizin mavisini gökyüzünün karanlığına yeğledi,aldattı kendini mevsimlere verdi, güneşe kandı, geceye saklanamadı, yenildi, kendine aldandı… Halbuki mavi o nun rengi değildi ki…. Anladığında çok geç kalınmış bir zamanın içinde olduğunu gördü,samanyolunda da yıldızını göremiyordu artık, her gece bitmek bilmez bir Umutla seçmeye, ayırt etmeye çalışsa da, görünmüyordu, kaybolmuştu…

Şimdi çok uzakta kaldı yıldızlarım, seçtiğim ve beğendiğim bütün ışıkları da alıp götürdüler kendileriyle beraber, uzaklığı ve derinliği seçip dışarıdan izlemeyi tercih ettiler belki de… En kolayı dışarıda kalmak,en iyisi karanlığa karışmak, en çoğu birlikte olup hafiflemek, dediler sanki; benimle duydular, benimle var oldular, benimle yüklendiler kaderi, ama yıldızlar çekemedi ağırlığımı…

Yıldızımı özledim… Uzun yıllar geçti üstünden onu ihmal ettiğim, bir kere olsun mutlu veya umutsuz günlerimde kendimi onda arayıp konuşmadığım, epeydir unutmasam da varlığını yoksaydığım için bana dargın olduğunu düşünüp yüzçevirdiğim, benim olan, bana benzeyen, ışıltılı samanyolunun kalabalığında kendini kaybetmemiş, direnen ve yenilmeyen, savaşçı ve bütün iyimser yüzüyle herşeye ve herkese gülümseyebilen yıldızımı özledim…

Şimdi saçları iki yana örgülü o küçük kız değilm artık… Bir yıldızın dünyayı ve evreni bir tek ışığıyla değiştiremeyeceğini, hiç bir sorunu bir göz kırpışıyla o kadar uzaktan sihirli bir işaretle yok edemeyeceğini, bunları görüp bildiği halde yeniden aynı parlaklıyla gülümsemeyeceğini, dünyama ışık veremeyeceğini biliyorum…

Yine de her gece her şeye rağmen, gözlerim samanyolunda o nu arıyor, bütün yıldızların arasında bana yeniden gülümseyebilecek, herşeyi ve herkesi, olmazları ve olmuşları yok edebilek bir yıldızım var diyorum, orada, çok uzakta, biliyorum… Bu kez ben onu görüyorum, hissediyorum, gizlense de, umutsuzca samanyolunun kalabalığında izini kaybettirse de bana, onu bulacağım…

Herşeye rağmen onu umuyorum, bitmez ve tükenmez bir bağ bizimki, dünya döndükçe sürecek bağlılığımız… Bambaşka bir ruyada, bambaşka bir gerçeklik içinde çok sey var; konuşacağımız, birbirimizden yeni bir ben, yeni bir ışık yaratacağımız, eskimiş bir dünyadan güneşli sabahlara birlikte uyanacağımız… İstiyorum ki karşısındaki saçları iki yana örgüsüz ama büyümüş, ama hala küçük kalmış yüreğini elinde tutan bu kıza yol göstersin, umudu ve yaşamayı, yaşatmayı öğretsin… Parlaklığıyla, umut veren umarsızlığıyla, bütün sevgisi ve yalınlığıyla, yalansızlığıyla ve o kadar çok yıldızın arasında tek başına var oluşuyla, direnişiyle, duruşuyla bana bir şeyler anlatsın, örnek olsun, bu kez ben susayım, o konuşsun, bana beni anlatsın, yolsuzluğuma yol olsun, ışıksızlığıma parlasın, aydınlık olsun istiyorum….

Dostum, yine sırdaşım, susuşum, susayışım, kanayışım, gevezeliğim, benim olsun, benden olsun,

Benim yıldızım olsun…..

Yıldızım yanımda olsun!!!…

ferkul
40cak2009

SİZE YAKIŞIYOR

                        ibb1.jpg

                                          

Sevmek  bana yakışmıyor,

Taşı dağa eklesem,

Kulu  ‘sultan’  eylesem,

Çula  ipek  döşesem,

Yollarınız  bitmiyor.

Sevmek bana yakışmıyor….

 

 

Hep kendimden verdiysem,

Sevdikçe ben, eksildiysem,

Ne anlarım ben sevgiden,

Veresiye sevdiysem…

Uzak durun dostlar bana,

 

Sevmek   size   yakışıyor…

 

Kuru ekmek, soğan derken

Pasta , börek  istersiniz…

Bir bardak  çay  verirken,

Kahveler  de  yetmez olur.

Derim  size sevmek  budur?

Bende  azı  çoğu yoktur,

Sevmek  bana  yakışmıyor…

 

 

Yüzümü  ‘kan’  eylediniz,

Kapımı  ‘dar’ ,eylediniz,

Sokağı   toz   eylediniz,

Gözümü   yaş   bellediniz

Verdikçe hep,  istediniz,

Kıymet    nedir,   bilmediniz,

Yok   günümde,   nerdeydiniz?

Sevmek    size    yakışıyor..

 

 

Kalemimi  kırsam bile,

Dilim  tutmaz  gelir  dile.

Karşılıksız  seve  seve,

Bülbül  bile  gelir  dile…

Bakamazım  şimdi  güle.

Vermiyorum    veresiye,

Neyleyim , bu  yürekle,

Sevmek   bana    yakışmıyor….

 

 

 

 

Kol  veririm  el,  verene,

Can  veririm  ‘can , diyene.

Yüzün  dönüp  küssem bile,

Sevmiyorum, diyemem ki,

Sırrınızı  vermem  ele,

Yalancıktan olsa  bile,

Sahte  ‘gülüm’ ,  diyemem ki,

Sevmek    bana   yakışmıyor…

 

 

 

 

Gidene   dur,  diyemem,

Dikene  ‘gül’,  diyemem,

Sevmeyene  ‘yar’,   demem,

Kirli  yolda yürüyemem,

Cana,  kansız olamam ki,

Sizin   gibi    sevemem ki,

Dostlar , kusra kalmayın,

SEVMEK SİZE YAKIŞIYOR…

 

 

 

                                                        ferkul                                      

  7  Haziran 2007

BİR KÖY DÜĞÜNÜ YANSIMASI

                              thumb_mvc-576f.jpg

 

 

Bu akşam  bir köy düğününe davetliydim. Yıllar önce çalıştığım bir

köyden sevip  saymışlar,  davetiye göndermişler, katılayım dedim. Geleneklerimize göre davete icabet  etmek gerektir, çünkü.

 

Düğün öyle hazırlanmış ki,  her şey  gelen davetliler için.  Eşyalar, 

evin  düzeni, yemekler…Tamamen verici insanlar hepsi de.Kendinden veren,almaktansa kucaklayan insanların sevgi gösterileri  sevindirdi

beni.  Şaşırttı.

 

Dünyada en fazla samimi  bulduğum sevgi türü  köylerimizde  yaşanıyor , bencilliği bilmeyen,haseti tanımayan  insan köylülerimiz…

 

Bir de sağdıç diye birini seçmişler damata…Onun da damattan farkı yoktu.Kıyafet,özen, hepsi o sağdıçla damattaydı…Daha gençlik yıllarında insanın kendisine sağdıç_gerçekten en yakın kişi,dost anlamında birinin yanında oluşunu temsil ediyor galiba.Bu da en güzeli, sanırım.Çocuklarına kendisinden sonra, yakın bir dostu en başından belirlemek,bu olmalı.Bir tür  miras gibi.Arkanda kalanı düşünmeden gidebilirsin o zaman.Sağdıcın

her zaman  en  yakınındır, korumandır, dostundur,elinden her zaman tutanındır,  diyerek en büyük mirasını bırakmak oğluna,kızına.

 

Bu kadar çok düşünceli olmak hiç birimizin harcı mı?Kabul  edelim, hangimiz verebiliriz çocuğumuza bu en değerli ziynetlerden, mülklerden  bile büyük mirası?

 

 

Afyonlu değilim,pek de her zaman düğünleri sevmem aslında.Kalabalıklar benim işim değil,demişimdir her zaman…Ama bu katılım,bu deneyim büyük ders verdi bana…

 

Yemek faslından sonra bahceye çıkıldı.Kadınlar  ve  erkekler  karşılıklı sandalyelerde, damatla sağdıcın oyununu izlediler.Herkes   kardeş  gibiydi,çekinmeden,utanmadan, birbirlerini  seyretti.

 

 

Düşündüm şimdi ne gençler vardır,birbirine hasret,düğün bahanesiyle görmek için fırsat bulduğuna içten içten sevinen.Ne sevdalar yaşanıyordur  bu tertemiz,  saf,   yürekli insanların içinde…

 

 

En çok yalansız yaşanan sevgiler, en içten ,en açık yürek onlarda.Bizlerin çoktan kaybettiği bu samimiyet duygusu, bu açıklık, onlar için en büyük zenginlik…Biraz kıskandım aslında…

 

 

Yaşamımda en çok  yokluğunu hissettiğim bu güzel duygulara sahip olabilmelerini kıskandım.Böylesine farkında olmadan bir yaşam tarzını benimsedikleri için kıskandım.  Birbirlerine  bakarken, misafire verdiklerini  sınırsız   bir kucak şefkatle uzattıkları ellerini  kıskandım.

 

 

Hiçbir art niyet düşünmeden,kocaman bir sevgi demetiyle insanları birbirinden ayırt etmeden kabullenişi  yaşattıkları için  kıskandım.

 Çıkarsız  sevebildikleri için kıskandım…

 

 

 

Bir parça köylü kalabalığı içinde,onlardan biri olmak isteğine kapıldım   birden.Tarladaki,bahçesindekimahsülünden,komşusundan,

akrabalarından, kızından,oğlundan biri olmak…O samimi saf  sevgilerinden bir demet almak, bakışlarındaki farkında olmaksızın yaşamışlığı kendi gözlerimde yakalamak,tutmak,bırakmamak…

 

Sanırım bu beton yığınları arasında yakalanamayan mutluluk, o 

doğa ile iç içe yaşanan doğal yaşamın içinde çoktan bulunmuş da, 

hiç bırakılmamışlıktan  kaynaklanan saflığın içindedir….

 

Gerçekten,köylü bizim efendimizdir…. Onlardan çok öğreneceklerimiz var…En başta katışıksız  bir sevgi   nasıl verilir,alınmadan?…

 

 

Onlardan biri olsaydık, bir parça onlardan olabilseydik, bu günü yaşanır kılabilirdik belki…

                                                                                    

                                                   ferkul

                                                                                                        27 Mayıs 2007