Güzel Şeyler Söylemek Lâzım!

Güzel Şeyler Söylemek Lâzım!

Fark ettim ki,

Kapatmışız dünyaya gözlerimizi. Güzel olan neyse, onu görmezden gelmeyi alışkanlık edinmişiz. Kışın soğuğu, havanın nemi, insanın hatası, gülümsemenin gücü, işin çokluğu, suyun tadı, söylenmişin içindeki acı, sözün tadı kalmamış.

Halbuki gün, ne güzel gülümsüyor gözünü açtığın anda. Sonbahar yapraklarının rengi ne güzel, soğuk olsa da. Gökyüzü rengârenk bu mevsimde; mavi, beyaz, gri bulutlarıyla, gecesi ayrı, gündüzü ayrı, her rengi başka başka güzel şeyler söylerken, yüreğindeki aşk sönmemişken, sadece bir gökyüzü yeter aydınlanmaya, ışık istersen.

Çalışabilecek bir sağlığın ve ayakların taşıyorsa seni koşturmacaya, orası, burası, şurası fark eder mi? Nereye yeterse gücün, düşünebiliyorsan, ve biraz da gülümseyebiliyorsan onca işin arasında, koşabiliyorsan, koşturmaca ne güzel! Pazartesi, Salı, cumartesi, fark eder mi? Sağlıklıysan ve hele sıcak bir battaniyen varsa akşam koltuğunda otururken ısıtacak, bir evin varsa işten döndüğünde bir oda bile olsa, duvarlarında anıların konuştuğu, seni terk etmeyen. Hele de bir ailen varsa bir kişilik, iki kişilik, üç, dört, çok kişilik, bir de çayın varsa içilecek tavşan kanı olanından, kaynıyorsa ocakta, biraz zeytin, peynir, biraz da ekmeğin varsa karnını doyurabileceğin, hiç biri olmasa da konuşabildiğin bir kendin varsa, susturamadığın, halâ konuşabiliyorsan içindeki çocukla, varsan, yaşıyorsan, ne güzel!

Boğaza nazır, denize sıfır, adada veya dağ başında, veya bodrum katında tek göz odada, olsa da, olmasa da fark eder mi, yüreğin ferahsa?

Şükretmeyi unutmuşuz kardeşler, çirkinliğin, yalanın, dolanın, yaşam denilen hengâmenin duvarlarında, bir labirent gibi dönüp dolaşıp hüznün ve umutsuzluğun içinde, kaybolmuşuz.
Kaybetmişiz iyi olan, güzel olan ne varsa görebilme yeteneğini.

Görmek lâzım!

İşitmek, duymak, hissetmek ve fark ederek yaşamın anlamını, yaşamak lâzım!

Dünya üstüne üstüne gelse de, karanlığa, kötülüğe, çirkinliğe inat, derde, kedere umutsuzluğa inat, kucak açıp iyilik ve güzellik adına ne varsa bilip görebildiğin, umut etmek lazım!

Güzel şeyler söylemek lâzım!

Yaşamak lâzım azizim!.. Duymak, görmek, işitmek, haz etmek, fark etmek lâzım!…

Görebilen ve şükredebilenlerden olmak dileğiyle…

.

ferkul

Seni Seviyorum

15193497_10154252912877987_3465048129735322085_n.jpgHer gün suluyorum fesleğenimi
Kuruyan başlarını koparıyorum
Yenilensin, çoğalsın, eksilmesin, diye.
Düşen yapraklarını temizliyor,
Ellerimle seviyorum.
Yüreğine dokunup
Saçını okşar gibi…

.

Kapıdaki kışa inat
Sonbahara inat
Sert esen rüzgâra inat
Yağmura, kara ,borana.
Diren diyorum,
Umut var yarınlarda
Kuruma.
Sarartma yapraklarını
Yenilme…

Seni Seviyorum

.

Sıradan yaşayacaksın.

Sıradan yaşayacaksın.

Çayı iki şekerli içeceksin mesela. Şekersiz sevdiğini bile bile, artan kilolarına inat…

İki kere ikinin dört ettiğini bilmiyormuş gibi defalarca sayıp; beş, diyeceksin bütün denklemsiz denklemlere göstere göstere. Çözümü sende olsa da problemlerin, unutacaksın her rakamını, her işlemini, defterden sileceksin.

Sıradan yaşayacaksın.

Oynayacaksın, herkes gibiyi. Usta bir oyuncu olacaksın. Toz alacaksın, çamaşır yıkayıp, yerleri silip, karnıyarık yapacaksın. Sonra oturup balkona gün batımını izleyecek, içine işlerken grubun kızıllığı, kan damlasa da yüreğinden, sen seni çıkaracaksın hayatından. Sen olmayacaksın, senden başka herkes olacak, sen seyredeceksin, bir filmi izler gibi, bir videoda yer almış gibi, kaseti çevirip çevirip, sarsa da arada telleri, donsa da filmin tam orta yerinde, her seferinde sil baştan, yeniden başlatacaksın.

Usanmayacaksın, bıkmayacaksın, bırakmayacaksın, döndükçe dünya, sen duracaksın.

Günlere katılacaksın mesela, hani o bunu demiş, şu onu yapmış, ‘’vah öyle mi’’ lerden cümlelere katılamasan da, dinleyeceksin, arada bir kurabiye atacaksın ağzına, buradayım, sizdenim dermişcesine. Ayaklarını sıkan topuklu ayakkabılarınla şöyle bir dolanacaksın halının üstünde sanki rahatmış, rahatlamış gibi. Arada bir boyayacaksın dudağını koyu kahverengiye, kırmızıyı sevdiğini unutmuşçasına ki, sıradan olsun…

Bütün bildiklerine rağmen, hiç bir şey bilmeyeni, anlamayanı oynayacaksın, bilmiyormuş gibi yapıp ortada dönen tiyatroyu, düşlerde yaşayacaksın. Var olacaksın ama yokmuş gibinin fotoğraflarını çekeceksin. Hayallerini bindirip bir gemiye, kaptanını, tayfasını, yolcusunu indirip sen kullanacaksın, yelkenler fora!..

Yakışıksız mevsimlerde yakışıklı bir gülüş yerleştireceksin yüzünün tam ortasına, düğümlense de dilin, yutkunsa da boğazın, gülümseyeceksin. Onca kedere, hatta kadere, kadir kıymet bilinmezliğe inat. Onca yağmura, borana ve fırtınaya rağmen, bir bahar yeşerteceksin kışın, soğuğun ortasında, çiçek açacak gülüşün. Aydınlanacak gün. İnadına yaşayacaksın.

Yaşayacaksın, öylesine,sıradan. Eli kolu salınmış, düşsüz, gülüşsüz mevsimlere ve günlere hapsedeceksin kendini. Tadında bırakacaksın varken tuzu. Uzun yürüyüşlere adım atacak, uykusuz gecelerde, tam da dalmışken uykuya dünya, yokmuş gibiyi unutup, sen var olacaksın.

Yazacaksın, dolu dizgin, yazdıkça yaşayacaksın.

Kadınsan,

Dünyayı sen kuracak,

Sen kurtaracaksın…

ferkul

Sonra, sen gidiyorsun

O KUŞLAR Kİ

Sonra, sen gidiyorsun. Kuşlar da gidiyor peşin sıra. Ki o kuşlar gözleri sana benzeyen sessiz yıldızlar.

Attığın adımlarda yazılı kalıyor adım, kaldırımlara izi çıkıyor yalnızlığımın. Geçip gidiyor mevsimler, art arda dizilen başaklar gibi, baharlar geçiyor, mayıs çiçekleri gülümsüyor ardından, sonra yaz, sonra kar. Üşüyorum zemheri soğuğunda, yaz sıcağında titriyor ellerim, üşütüyor yokluğun. Buza kesiyor yüreğim. Bu mevsimde zemheri zor. Bu kurtlar sofrasında seni sensiz yaşamak zor…

Sonra birdenbire bir akşam üstü henüz geceye vermeden elini gün, takılıyor adın aklıma, bir fotoğraf arıyorum sana benzeyen insanlardan. Bakıyorum, silinmiş yüzün resimlerden. Sesin de, gülüşün de gitmiş kuşlarla, sonra gözlerin, sonra ellerin, bir bir yok oluyor yarınlarda. Tuz basıyorsun yarama. Alışıyorum, alışmak beklemenin yükünden ağır geliyor insana. Şiirler döküyorum ardından, sular gibi çağıldayan. Her mısrası ayrılık kokusu, her satırında yarım kalmış bir sevda dokunuşu. Sözsüz şarkılara dökülüyor, nakarat oluyor dillimde gitmenin türküsü. Gidip de dönmemenin, kalıp da bıraktığın gibi bulmamanın, konuşurken susmanın ağıdı.

Sen benim leylam değilsin,diyor sonra mecnun mısralarında.Leyla aynı leyla aslında. Değişen sadece yüzündeki yaşamamışlığın çizgileri. Bulanıyor gözleri, beklemenin yanında hasret dediğin nedir ki? Bir türkü tutturmuş dilinde hiç söylenmeyen,
parçalanmanın, kaderin ve kadersizliğin, dağılıp gitmenin türküsü bu uzaklara.
Artık gelsen de bir, gelmesen de…

Sonra sen gidiyorsun. Kuşlar da gidiyor peşin sıra. Ki o kuşlar sana benzeyen yıldızlar …

Sen gidiyorsun

Yıldızlar da

Kuşlar da

Gidiyor peşin sıra.

ferkul

Öyle kolay değil şair olması

Öyle kolay değil şair olması,

Alacaklar pamuk şekerini elinden, daha bir kez bile yalamamışken. Kıracaklar bezden bebeğini, oyacaklar gözünü. İçine kaçacak çocukluğun. Ağlamayacaksın, susacaksın…

Kavga nedir, savaş nedir bilmezken, beceremezken haykırmayı, tam ortasında bulacaksın kendini harbin. Sövecekler ana avrat dümdüz gelmişine, geçmişine, geleceğine, içine kaçacak kelimelerin kiri. Susacaksın…

Gelecek bir beyaz atlı, hoş gülüşlü, dost bakışlı, sevdalı, bir elmayı bile bölüşmemişken daha, gidiyorum diyecek, arkasından bakakalacaksın. Ay geçecek, yıl geçecek, kırk gün, kırk yıl geçecek, asır yarılanacak, yollarda takılacak gözlerin, beklemeyi ezberleyip, adın bilip suskunluğu, susacaksın…

Bitmeyecek arayışın, masumiyeti, merhameti, sevgiyi, şefkati, sevdayı. Yar olacak, dost olacak, yaren olacak diye karışacaksın kalabalığın içine, bir de bakmışsın sen, diye bir şey kalmamış. Kapanacak yüreğin, sonsuza uzanacak elin, tutanı bulamayacaksın, Yaradana sığınacaksın. Ki, o bilendir, gözetendir, koruyandır, gerçekten sevendir, O ‘na teslim olacaksın. Susacaksın…

Yaşıyor gibi yapıp, yaşamayacaksın. Geceler dile gelecek, gündüzler deprem, heyelan. Yıkılmayacaksın… Uçmak isteyeceksin kuşlar gibi, alıp başını gidesin gelecek; gitmeyeceksin, uçmayacaksın. Kulakları sağır edecek çığlığın, duymayacaksın. Kaşığında çıkanı yiyeceksin, acısı yaksa da genzini, yaşartsa da gözlerini, içine akıtacaksın, belli etmeyeceksin. Susacaksın…

Sevgiye, sevdaya dair ne varsa bildiğin tatsız tuzsuz bir çorba, içeceksin. İçmiş gibi yapacaksın, mış gibi yaşamlarda kaybolacak gülüşün, susacaksın…

İçine kaçacak gözlerin, yüzünde yer yer hüznün izleri; kahverengi, buruşacak dudaklarının kenarı susmaktan, susamaktan, dolacak bir milyon taş yüreğine, oturacaksın. Susacaksın…

Hep iyi, olacaksın, sevgi sunacaksın, açacaksın kollarını, döneceksin sırtını. Verdikçe vereceksin elinde ne varsa, kalmasa bile bir tek gülücüğün. Vuracaklar tam sırtından, alnın açık bağrın sere serpe, geçeceksin karşılarına, bir daha vereceksin, bir canın kalacak ardında, bir de şiirin. Dünyayı sen kurtaracaksın.

Sustukça birikecek söyleyemediklerin, damla damla yağarken gözyaşların, bir çöl rüzgarı alıp götürecek hepsini, yazacaksın. Ben yazmadım ki, ‘’ilham’’ yazdı diyeceksin, ilham dediğinin adını çıkartacaksın, sen masum olacaksın. Yazacaksın dolu dizgin, yoksa aklını kaçıracaksın. Kalemin Konuşacak Sen, Susacaksın…

Yazmaya bir başladı mı kalemin, dilinin kemiği yok; döküleceksin salkım saçak, Kusacaksın… Kustukça var olacaksın, böyle şair olacaksın. Acı dediğin nedir ki? Şaire dağ yaslanır, şiirinde bağ yeşerir. Şair dediğin acıyla beslenir… Yazdıkça büyür gözleri, tutmaya başlar üşüyen elinin on parmağı…

Gül solunca, gün doğunca, olmuşa, olacağa, olmamaya, yakıştırdığın ve yakışmadığın yaşama bakınca, yazınca; İçine kaçacak şairliğin yine, yeni, ve yeniden. Utanacaksın.

Susmayacaksın…

Böyle olur, adamın has’ı , Öyle kolay değil şair olması.

Şiir yazması…

.

ferkul

Gökyüzü gri şimdi…

Uçurdun bütün kuşlarını gönlünün.

Birer birer gelmişlerdi halbuki. Tek tek toplamıştın kırk sekiz yıla sığan aynalarda. Serçesi, güvercini, martısı, kanaryası, hepsi birden süslemişti gökyüzünü. Aktı, aydınlıktı, bulutlar kadar temizdi, ışık saçıyordu gözleri. Sevgiye, aşka çırpıyorlardı kanatlarını.

Her biri bir sağnakta doğmuştu, bekleyişlerde çoğalmış, umutlarda azaltmıştın uçuşlarını, küçük sevinçlerde, her yağan yağmurun damlasında, akşamüstü telaşlarında, gecenin kayamayan yıldızlarında saymıştın bir bir, sabırla, emekle toplayıp hüzünleri; biriktirmiştin onları, olmayacak hayallere saklamıştın kanatlarını.

Yazık oldu yarınlara! Nasılsa benim demiştin, dilediğince süslemiştin, ne maviler vaat etmiştin kendine dair, ne sevgiler düşlemiştin, ne aşklar, ne şiirler, ne sevdalar biriktirmiştin kanatlarında, yalansız, riyasız, bitmeyip tükenmeyen, eskimeyen, eskitilmeyen. Şimşek çaktı, bir boran, bir fırtına, olan oldu.

Gökyüzü gri şimdi…

Uçtu, gitti kuşların.

Önce kırıldı kanatları. Sonrası, bilemediğin bir tufan. Ne yapsan, ne etsen, n’ eylesen olana, olmuşa, olacağa çare yok ki! Yok dediğin zaten yitip gitmiştir bir daha dönülmeyen yollarda. Gayrı beklemenin bir hükmü yok artık çıkmaz sokaklarda. Ki sen o sokakları arşınlanmıştın, ezbere bilirdin kaldırım taşlarının ağırlığını, tanıdıktır yarendir, sendir, sendendir ki, her bir karesi bastıkça çeker içine yalnızlığını.

Ve eskidi hayaller, bir çok şey gibi yaşamındaki, kanatlarındaki yaralar da kanamaz oldu artık. Derin yaralar iyileşmese de içinden kanar çünkü. İçine saklandı gözleri, uçtu gitti kuşların. Unutuldular!
Şimdi geri çağırsan dönüşü var mı yitirilmişliğin?

Anlamı var mı kafeste uçamayan bir güvercinin?

Uçurdun kuşlarını gönlünün.

Sol yanı kırık şimdi …

.

ferkul

zor

Zordur
Dar vakitlerde bir sevdayı düşlemek
Temmuz sıcağında üşümesi ellerinin

Zordur
Çöl toprağında bir menekşe beklemek

Zordur,
Akşamdan sabaha, sabahdan akşama
Gülümsemek…
.
ferkul

gülümse ki, aydınlansın yüzün

GÜLÜMSE Kİ AYDINLANSIN ŞAFAKLAR

Gülümse…

Ayağa kalk! Diril…

Dünyanın bütün savaşçıları toplarıyla tüfekleriyle, bombardımanıyla, füzesiyle, yalanıyla, dolanıyla, küfrüyle, ihanetiyle, karıyla boranıyla, fırtınası, hatta hortumuyla, üzerine gelse bile, haydi kalk, toplan, toparlan, gülümse…

Kaç kere yenildin, kaç kere yerde buldun kendini. Kaç kere dibe vurdu umutların? Kaç kere yanıldın, kandın, kandırıldın, kalktın? Yine inandın, yine güvendin, yine de sevdin, yenilmedin! Sen, hiç sevmekten, kendinden, vazgeçmedin! İnadına aşkla, sevgiyle, içi gülen gözlerinle yine, yeniden doğmadın mı?

Henüz toprak kurumamışsa, yağmurlar yağıyorsa hala, gün başlıyorsa şafakta her gün, sanki hiç dün olmamış gibi, ve eksilmediyse dünyandan küçük bir çocuğun kahkahası, bitmedi işin.

Bin kere yenilsen de, bin defa vurulsan da göğsünün tam ortasından, bir milyon kez yandıysa da canın, bir gül yeşert kanayan damarların arasından. Karların içinden bir kardelen çıkaran yaradan, seni de çıkartmaz mı bu savaşın ortasından, inançla, nurla, ışıkla, umutla, sevgiyle, diril! Gülümse…

En çok üç gün sürer acı, üç günden sonra gün aydınlık, yarınlar senin!

Gülümse ki, aydınlansın şafaklar, yenilensin gücün, bileğilensin. Aç bağrını essin varsın kötü rüzgarlar, sen savaştıkça güzelsin. Dön sırtını kurşuna, kurşundan ağırsın, kurşun nedir ki sen var oldukça? Hangi kurşun güzelden ne yana ne varsa barındırdığın iyiliği, merhameti, doğruyu, sevdayı yıkabilir ki? Sende kaldıkça sen, hiçbir zulüm yıkamaz seni, küllerinden yeniden doğarsın içindeki yangının.

Bir şiir yaz umuda dair, aşka ve inanca kanat çırpsın kuşların.

Bir tek gülüşün dünyayı kurtarır, sen kimsin? Seni mi kurtaramayacak sevginin,inancın gücü?

Gülümse ki geceler sabaha kavuşsun, yıldızlar aya, mevsim bahara. Kaç mevsimler geçti sen gözünü kapatmışken dünyaya, gün güzel, güneş güzel, gökyüzü mavi, yaşamak güzel, sevmek sevilmek güzel, sen neredesin?

Haydi,

Gülümse…

ferkul

hepsi

Hepsi hepsi
Bir kırık çay bardağı
İçtikçe susadığın
Hayattan anladığın
Yaşadığını sandığın
Yılların toplamı…

Hepsi hepsi
Kırılmış
Parçalanmış
Kalpler durağı…

ferkul

DÜŞÜN(ME)MEK

DÜŞÜN(ME)MEK

Günlerdir evden dışarı çıkmıyorum. Yemek yapmıyor, bulaşık yıkamıyorum. Evdeki yerleri silme takıntım dışında hiçbir şey yapmıyorum. Hiç kimseyle görüşmüyor, kendimle de konuşmuyorum. Öğlenlere kadar, hatta akşamlara kadar yatıp uyumak istememe rağmen dinlenmiş vücut dinlemiyor. Sabah erken kalkıp çay koyuyor, saatlerce çay içip televizyon dedikleri ses ve görüntü yumağı açık, gah telefonda, gah tablette oyun oynuyorum. Sonra çay bitiyor, bir daha demliyorum, bir daha, bir daha, bir daha… Balkondan görünen çam ağaçlarına bakıp onlarca sigara yakıyor, bir banktan öbür banka, bir koltuktan öbür koltuğa uzanarak vakit geçiriyorum. Yapmam gereken bir sürü iş olsa da kimin umurunda? Yapmıyorum.

Kendime kendimi protesto ettim. Telefonda yeni icat edilen bu oyunların düşünmeyi engellediğini fark ettim. Oynarken hiç düşünmüyorsun, sorunlar, geçmiş, gelecek, şu an, hiçbir şey umurunda olmuyor, oynuyorsun, bitmiyor, ilerlemiyor, sonu gelmiyor, ama oynamak seni oyalıyor, bir şey kazandırmıyor, boşa geçirilebilmiş hayattan çalınmış saatlerden başka. Dünyadan uzaklaştırıyor, yorulmuyor, yormuyorsun beynini. Bir tür uyku transı… Ayıplamayın, bazen herkese lazım, eleştirseniz de kimin umurunda?

Yürümüyorum da. Halbuki en çok sevdiğim başı boş amaçsız saatlerce yürümektir. Yürümek, düşünmeyi çoğaltıyor, benim için yürüdükçe büyüyen kelimeler yumağı her adımım. Düşünmeyi kendime yasaklamak yürümemi engelliyor. Yürümeyi de protestodan sayıyorum.

Sevmeye başladım bu boş_luğu. Fark ettim ki düşünmeden, öğrenmeden, bilmeden, öğretmeden, yanılmadan, yanıltmadan, yalansız, kavgasız, savaşsız, saf yaşamak da en büyük beceri bence. Ot gibi derler ya, sahiden öyle de olsa, otlar aylarca yeşil kalabiliyorlar, ne rüzgarda, ne yağmurda, ne fırtınada yıkılmıyorlar. Çünkü ot dediğin, yerde bitiyor, ezip geçsen de üstünden, kendini çok zaman geçmeden düzeltip yine çimen olabiliyor. Öyle kolay değil ot olması da. O yüzden küçümsemeseniz iyi olur bence…

En çok akşamüstü boş_luğunu seviyorum. Oturuyorsun, uzaklara dalıp, dağların arasından görünen giden akşamın kızıllığı sana el sallar gibi bakarken içtiğin çay sigara sana kendini hatırlatıyor.

Uyanmak istemediğim bir rüyada gibiyim. Boşluk, tembellik, verimsizlik, hiç bir şey yapmadan hiçliği kabullenmek güzelmiş aslında diyorum. Yılardır kendimi bu kadar boş bırakmadığımı fark ediyorum, gülümsüyorum.

Yalnızlık güzelmiş, diyorum

Uykuda olan herkese ve her şeye uyarak, uyuyormuş gibiyi yaşamak güzelmiş. Herkes uyurken uyanık olman kimin umurunda ki?

Boş luk güzelmiş. Amaçsızca, koşturmadan, koşmadan, yorulmadan, düşünmeden yaşamak güzelmiş. Sanırım insanı yaşlandıran, yoran ve yıpratan düşünmek .

Düşünmeden yaşanan bir hayat daha uzun, çizgisiz, çöküntüsüz , kırıksız ve kaygısız yaşanırdı ,eminim.

Kendinize 365 günün içinde böyle bir 5 gün ayırın. Düşün(me)menin ayrıcalığını far edeceksiniz.

Tavsiye ederim.

Not: (( De , düşünme(me)ye dair yaşadığım birkaç gün bu yazıyı yazdırdığına göre, düşünmemeyi düşünmek de çok düşünmekmiş ))

Düşünmekten kaçılmadığını öğrendik sanırım birlikte: ))

Az önce bir ateş böceği gördüm. Sokak lambasının ışığı etrafında dönüp duruyor, döndükçe ışığı büyüyordu.

Siz hiç ateş böceği gördünüz mü?…

.

ferkul

KİTAPLAŞ/AMA/MA SERÜVENİ

KİTAPLAŞ/AMA/MA SERÜVENİ

Kendimi bildim bileli yazıyorum. Yazarken kitaplaşmayı hiç düşünmemiştim. Bloglarla tanıştıktan sonra yazma serüvenim gittikçe azalmayarak çoğaldı. Bilgisayarımdaki bir sorun nedeniyle yazdıklarım silinince gerek şiir olsun, gerek şiirimsi denemelerimi kitaplaştırmaya karar verdim.

Zavallı yazılarım! Zavallı emeklerim! Kitap olmak yazmaktan daha zormuş.

En az üç yıldır hemen her dönem, her yıl, bazen yılda iki defa hiç pes etmeden, hayal kırıklığına uğrasam da yine, yeniden bir daha, bir daha, belli başlı yayınevlerine, bazen de adı az duyulmuş yayınevlerine yazılarımı ve şiirlerimi dosyalarak, gönderdim. Bu işin sisteminin ‘’iyi yazan’’ dan yana olduğunu sanmışım başlangıçta. Yazılarıma güveniyorum. Okunacağına, okunduğuna internet ve facebook üzerinden aldığım geri dönüşlerden yola çıkarak yürekten, inanıyorum.

Ünlü ve isim yapmış yayınevleri incelemeye bile gerek görmeden reddettiler her seferinde.
Kimisi gönderdiğim maile cevap yazmaya bile tenezzül etmedi.
İsim yapmış yayınevleri, ünlü yazarların bile kitaplarının satmadığı, kar edilemeyen bir dönemde adı sanı duyulmamış (internette ve bloglarda isim olmuş olsa bile) iyi yazsa dahi, bilinmeyen bir yazara şans vererek zarar etmek istemiyor.

Kimisi kibarca :’’ Editör değerlendirmeleri ve yayın kurulu toplantılarımız neticesinde çalışmanızı yayın programımıza dahil edemedik. Bu neticenin sizde olumsuz bir intiba uyandırmamasını ve çalışmalarınızı tekrar bizlerle paylaşmanızı dileriz.’’ Diyor, bir de üzülmemem temennisinde bulunmaları yok mu? J)

Kimisi de açıkça ve dobraca yayınlamayacaklarını bildiriyor. Bu tarz yayınevlerine gerekçe sorduğum zaman cevap almak da imkansız. Noktayı koyduktan sonra bir cümle daha kuramama kararları var galiba. J

Ne kadar ısrarla dosyanı göndersen de, kesinlikle basmaktan yana değiller. Onlar daha ünlü, isim yapmış, hatta yazarlıkla hiç alakası olmayan sırf adı var diye sanatçıların bile kitaplarını basanlar. Bizler gibi ilk kitap ve ilk emekleri olanlar için verilecek şansları da, alacakları riskleri de yok.

Kitaplaşma dönemimde tanıştığım benim gibi ilk kitabını bastıran yazarlar milyarlar vererek bastırdıklarını, yine de geri dönüş alamadıklarını, kimi zaman 1000 kitap diye anlaşılıp sadece 250sini basıp, dağıtım bile yapılmadığını söyleyip kandırıldıklarını anlattılar.
Bazıları da hiçbir hak iddia etmeden kitaplarını verdiklerini, ilk baskıdan sonrası için ücret talep ettiklerini ama yayınevinin ikinci, üçüncü kitabını bastığı halde hala hiçbir ücret ödemediğini esefle, anlattılar.

Az isim yapmış, kar amacı güden bir çok yayınevi de hemen döndü. İnanır mısınız 14.000TListeyen oldu. Rakamı görünce inanamadım. Hatta gidip matematik öğretmeni arkadaşıma okuttum, ben mi yanlış anlıyorum, yanlış mı görüyorum diyerekJ…Tabii daha insaflıları da var. Ama en azı 2300 den başlıyor. Bu tarz yayınevlerinin de amacı zarar etmemek. Hatta ver parayı, basalım diyerek kar etmek.

Parayı ver, istersen gazete kağıdına karalanmış birkaç devrik cümle kur, kitap olsun!

Bir tanesi de cevap olarak dergilerde yayımlanmış olması şartını koydu. Benim de yazılarım birkaç dergide yayımlandı. Şu anda Hayal Bilgisi isimli seçkin bir dergide yazıyorum birkaç aydır. Gayet de güzel, yer almakla onur duyduğum bir dergi. Ama bu da yetmedi. Yok daha ünlü, yaygın isimli dergiler olmalıymış. Bu dergilerde yazılarını çıkarttıkları yazarları yarışmalara katarak yarışma sonucuna göre kitaplarını basıyorlar.

Böylece serüvenim başka yöne kaydı. Dergilere yazı ve şiir göndermeye yoğunlaştım.

Gönderdim göndermesine de, dergicilik yayınevinden daha torpilli. Dikkat ettiyseniz aylık dergiler değişiyor, ama her derginin yazanları aynı kişiler.
Ya da siyasi görüşe göre yazar seçiyorlar. Bunu da anlamıyorum. Yazının ve şiirin duygunun siyaseti içinde yoksa hiç olmamalı. Dergi de yayınevi de siyaset yerine kitabın içeriğine bakmalı, diye şaşkınım.

Hani derler ya, adamın yoksa Türkiye’de yoksun. Dergide de yoksun. J

Bu zihniyeti anlamıyorum. Yayınevlerinin ilk kitabı olacak yazara şans vermemesi, basmakta bu kadar korkak davranmasını anlamıyorum.

Serüvenim süresince çok şey öğrendim. Daha da öğreneceğim çok şey var bu gidişle. Ama asla pes etmeyeceğim. Her yıl yine, yeniden göndermeye devam emeklerimi J.

Yazık oldu benim çocuklarıma, yazık oldu yazılarıma!…
.

ferkul

iyi

Nasılsın diyorsun
İşte öyle
Dün,bugüne sarılmış
Yarından bir şeyi kalmamış
Elinden bayram şekeri alınmış
Bir çocuktan hallice…
.
.

ferku

şimdi

Bazan olmadık bir zamanda, bir resim, bir dalga sesi, biraz güneş, biraz huzur , belki biraz hüzün, biraz yalnızlığın, bir parça kendin olmak , bir kaç satır, bir kaç cümle gelir konar başına.
Yazarsın…

Unutursun saklanmayı
Aynaya bakmayı
Dökülürsün salkım saçak
Yaşarsın…
.

ferkul

saklambaç

Yakışıklı bir sevda benimkisi
Kavgasız,gürültüsüz,
İncitmeyen,eskitmeyen
Ne kadar yürüsem
Yorulmadığım…
Seninle konuşup
Kendimle sustuğum…
.

Yalansız, riyasız ,
Sensiz, bensiz
Ağız dolusu sükûtum
Kendime gidip
Kendimle gelişim…
Neyleyim seni
Beni, bende bulmuşum… .
.

ferkul

zorda…

Zordur mayıs güneşi altında
Üşümesi parmak uçlarının

Zordur kan damlarken yüreğinden
Gülümsemek…

Zordur uyanıkken
Kabus görmek…

Zordur mayısın içinde
Baharı özlemek…

ferkul

yalan

Sen ,benim leyla’m değilsin
Demişti ya mecnun
Leyla kimdir?
Gözle görünen mi
İçindeki ben mi
Şeklini ,şemalini çizemediğin
Ruhunu sen sandığın değil mi?

Leyla da sen
Mecnun da sen aslında.

Sevgi kendine söylediğin en büyük yalan

ferkul

Sevgi Var, Sevmek Var Ben Varım!

Sevgi Var, Sevmek Var
Ben Varım!

Ben bu hayatta en çok annemi sevdim. Su yeşili gözleriyle pencereden dışarı bakan kadını. Solgun yüzünü, küçük ellerini, verdikçe tüketmeyen benliğini. Akşamüstleri bekleyişlerini… Yüreğindeki hüznü silemediğim, gözyaşlarına isyan edemediğim, yüzündeki her çizgide bin acı saklı güzel kadını, sevdim. Söylemedim, söyletemedim mutluluk şarkılarını, konuşturamadım içimdeki saçları iki yana örgülü küçük kızı. Ne düşünür, ne anlatır, neyi bekler pencereden, bilemedim. En çok annem sevdi beni, ben en çok annemi sevdim bu hayatta.

Sonra sokağı gördüm, kalabalığı… Dünyayı, güneşi, ayı ve yıldızları. Karıştım, bulandım aralarına; çamuru, gördüm. İnsanı gördüm, hayvanı, kuşu, böceği, akrebi, solucanı, hatta kelebeği. Kırmızı güllerde, akşam sefalarında, uçsuz bucaksız papatya tarlalarında, menekşe kokularında aradım kendimi. Zordu sıyrılmak satır aralarından her şiirin, mısranın, kelimenin, cümlenin. Zordu acıyı anlatmak güneşli sabahlarda cıvıldayan kuşlara. Zordu hayal kırıklığının her harfi uzayıp giden hikayelerde.

Dost dedim, arkadaş, kardeş, yakın, uzak. Ellerimi uzattım, soğuktu, üşümüş parmak uçlarımı daha çok dondurdu gülüşleri. El istediler, kol verdim, bacak verdim, sonra gövdemi, beynimi, yüreğimi. Yetmedi hiçbiri, yine de yetindim, yenilendim, yenildim, sil baştan başladım, bitirmedim, tüketmedim, sevdim, kabullendim, itmedim, itelemedim hayatı, verdim. Buza kesti yüreğim.

Sonra sevdim, iki bayram arasıydı, toprakla buluttu, yağmura verdi kendini. Sele kapıldı, sürüklendi umutlarım. Dağıldım. Acımasız bir rüzgar sürükledi hayallerimi. Aldı, götürdü…

Çözemedim yaşamak dediğiniz bilmeceyi. Her karesinde dağıldı bildiklerim. Kırılmışlığımdan, sevgisizliğimden utandım, bu yüzdendir çirkinliğim. Bu yüzdendir dışarı çıkarken dudaklarımı boyayışım. Bu yüzdendir beyaz giyinişim. Bir maske taktım yüzüme, yakışmasa da alıştım. İnsan alışıyor zamanla yorulmaya, sahteliğe, oynamaya, yakışmayanı yaşamaya. Alıştığını yaşamaya. Oynadım…

Ne çok sevdim, ne çok direndim! Savaşmak değilmiş benim işim, dedim, çekildim. Varsın mağlup sansınlar beni, bu kavga benim değil, dedim. Sustum. Sustukça daha çok kırıldım, daha bir yalnızlaştı kalabalığım. Her seferinde mağlubiyetin, bir çok beni kaybettim, yokluğa karıştı adım.

Sonra büyüdü saçları iki yana örgülü kız, elliye dayandı yaşı. Hiç uzatmadı bir daha bir telini bile. Göğe baktı, yere baktı, yıldızları saydı tek tek. Bekledi. Siz bilmezsiniz onun kadar saatler, saniyeler günler, ayları, gece ve gündüzleri bir bir, tek tek, dirhem dirhem saymayı. Bilemezsiniz beşinci mevsimleri düşlemeyi. Umut etmeyi, yaradana dayanmayı… Siz bilmezsiniz ne ağır yüktür hüzün. Beklemenin on bininci rengini gördü. Farklıydı, bakınca insanın içini acıtan, acıttıkça yenilenen. Bitmedi, tükenmedi bekleyişleri, eksilmedi umudu, , samimiyetten, masumiyetten, aşktan, sevgiden…

Ne söylesen, ne yazsan, ne anlatsan, yaşandı yaşanacak! Bu hayatta en çok annemi sevdim ben. En çok annem sevdi beni.

Şimdi pencereden bakıyorum her akşamüstü, ışıkları yakmadan.

ferkul

Vaktidir

Ve dar ağacına asılı kaldı şiir,
Şimdi vaktidir şarkı söylemenin,
Şimdidir,
Sevdanın dillendiği mevsim,
Uyanıkken, düş görmenin
Vaktidir şimdi dirilmenin…

Ve dar ağacına asılı kaldı şiir,
Zamanı geldi gitmelerin,
Beşinci mevsime doğuyor gün,
Bir damla yağmur için,
Bir güneşli gün için,
Bir güzel söz için,
Yâre verilen gül, için
Yazılmalı, şiir…

Yıldızsız gecelerde,
Sarılsan pamuklu yorganına
Kapatsan gözlerini
Salıversen akışına
Coşkun seller neler getirir
Yaradan bilir…
Korkma şairim,
Ne mevsimsiz baharlar yaşadın,
Ne çiçekler açtırdın sen ayazda
Vaktidir şimdi sevmenin
Vaktidir yitikliğin,
Yitip yitip ,
Gitmenin…
Ölüp, ölüp
Dirilmenin…
Bir şiir yaz sevmeye dair…
Şairim,
Haydi,
Diril….

Bırak yarıda kalsın
Masadaki çay,
Ocakta kaynayan demliğin,
Bir dilim ekmeğin
Haydi şairim,
Garibim
Kadersizim
Kimsesizim,
Vaktidir ayağa kalkıp direnmenin
Vaktidir silkinip arınmanın,
Vaktidir yıkanmanın.
Dar ağacında asılı kalırsa şiirin
Ne işe yarar şairliğin?….

Haydi şairim,
Şarkı söyleyelim,
Sevda türküleri söylensin dilinde
Yakışmaz sana ölüm
Yakışmaz sana kin,
Sevmeyen çirkindir
Sevilmeyen değil…
Karanlıktan korkmaz şair dediğin
Yakışmaz sana darağacında asılı şiir
Garibim, kadersizim
Şairim,
Haydi,
Şimdi
Vaktidir
Diril…

ferkul

Kendimle Gurur duy(mu)uyorum

Bu akşam üstü öğrencilerimle konuşurken; kendimle, diye başladığım bir cümlenin devamını getirdi bir tanesi: gurur duyuyor musunuz öğretmenim?.. Afalladım tabii birden, on yaşındaki bir çocuk için bence çok düşünceli ve güzel bir soruydu… Düşünmem gereken bir soru, dedim, gülümsedim… Sahi, kendimle gurur duyuyor muydum?… Kendimle gurur duyduğum yönlerim hangileri, gurur duyamayacağım, kendimden memnun olamadığım yönlerim neler? ..

Ne güzel bir soru, değil mi?.. Benim gibi ayrıntılara takılan biri için oldukça düşündürücü oldu. Bir kaç dersten sonra dedim ki, haydi hep birlikte, kendimizle gurur duyduğumuz ve gurur duyamayacağımız yönlerimi yazalım… Kendimize, kendimizi anlatalım… Söz verdim onlara ben de yazacağım… Ve, başladık… Benimkiler aşağıda…))

Kendimle gurur duyuyorum, çünkü; Yolun yarısını çoktan geçtiğim halde hala bir çocuk masumiyetiyle insanlara kanabiliyorum… Hala ne kadar darbe yesem, arkamdan vursalar da beni, içlerindeki iyi niyetin var olduğuna dair inancımı yitirmedim, hala onları affedebiliyorum, en büyük düşmanlığı da yaşasam, küsmek diye bir kelimeyi literatirümde hiç bulundurmadım… Affetmeyi, görmezden gelmeyi çok kolay başarabiliyorum…

Kendimle gurur duyuyorum, çünkü; Her şeye rağmen insanları seviyorum… Bütün renkleriyle, iyi ve kötüsüyle hepsini kucaklayabiliyorum… Gurur duyuyorum kendimle çünkü; Umut etmeyi hiç bırakmadım… Ne kadar olumsuz olayların içindeysem de Allah’a ve ondan gelene razıyım… Güzel günlerin var olduğuna, geleceğine, inancımı kaybetmedim…

Kendimle gurur duyuyorum, çünkü; Bunca yıllık hayatımda çok az yalan söyledim… Belki de hiç söyleyemedim… Ne olursa olsun, doğruluğu ve dürüstlüğü seçtim, sonunda zarar göreceğimi bilsem de, kendim de dahil, hiç kimseyi kandırmadım…

Kendimle gurur duyuyorum, çünkü; Her şeyin bende başlayıp bende bittiğini biliyorum… Ben varsam çiçek açar ağaçlar, ben varsam güneş gülümser gökyüzünde… Ben yoksam karanlığın bile bir anlamı yok… Bensiz ne anlamı var sağlığın, sevginin, çoluğun, çocuğun, kardeşin, dostun, arkadaşın, aşkın, hatta yaşamanın?… Bensiz baharlar neye yarar, neye yarar erik ağacının beyaz çiçeği?…

Kendimle gurur duyuyorum , çünkü; Yaşadığım bunca olumsuzluklara karşın gülümseyebiliyorum… Öyle çok şen şakrak bir insan olmadığım halde, gülümsemeyi bildiğim için, kendimle gurur duyuyorum, çünkü ben; kendimi biliyorum…

Kendimle gurur duymuyorum, çünkü; Safım… Çok çabuk aldanıyorum insanlara… Azıcık kafamı kullanıp onlar gibi dolap çevirmeyi istediğim zamanlar olmuyor değil hani… Yapamıyorum, ben kendi kendime dahi kanıyorum…

Kendimle gurur duymuyorum, çünkü; Bir kere olsun yakıp yıkamadım gemileri… Bir kere olsun ana avrat küfretmeyi beceremedim… Bir kere olsun yumruğu masaya vurup bardakları kıramadım… Bir kere olsun, duvarları yıkamadım… Bir kere olsun kendime bile haykıramadım. Bir kere olsun, kendimden başkası, olamadım…

Kendimle gurur duymuyorum, çünkü; Bir kere olsun adam gibi adam olanı sevmedim… Tuttum gittim, nerde adamlıktan nasibini almamış varsa, yar seçtim, dost seçtim, yaren seçtim kendime… Sonra da evimin bir duvarını ağlama duvarı seçip oturdum, yine kendime ağlamadım, niye böyle bunlar diye, onlara üzülüp ağladım… Bir kere de kendime, benim için gözyaşı döküp ağlamadım…

Kendimle gurur duymuyorum, çünkü; Ötekiler hep benden önce yer etti hayatımda, bir kere olsun, ben olamadım… Bir kere olsun, sen de önemlisin, diyemedim kendime, önceliğim benden başka herkesti… Ama ben de varım, işte buradayım deyip, geçip giden yılların içinden kendime ayırdığım bir sayfa bile bulamadığım için kendimle gurur duyamadım… Ötekilerden, bir ben çıkaramadım yaşamımda…

Kendimle gurur duymuyorum, çünkü; Melankoliğim… Hüznü kopartamadım bu yaşıma kadar gül dalından… Hep dikeni batsa da elime, gülün kendisinden çok dikenini farkettim… Kokusunu, rengini ayırt edemedim… Hatalarımdan kendime dersler çıkarıp bir yol çizemedim, dönüp dolaşıp aynı hataların etrafında tur atarak geçirdim bunca yıllık hayatımı… Kendimle gurur duyamadım çünkü; Gözbebeklerimden hüznü silip atamadım…

Kendimle gurur duymuyorum çünkü; Yazıyorum… Yazmak mutsuzluğun habercisi… Yazmak her kelimede kendini salıp koyuvermek coşkun akan selin içine, atıvermek kelimelerle, sereserpe dökülmek sokaklara, çırılçıplak, saklanamamak… Bir kere olsun, mutluluğu yazamadığım için, kendimle gurur duyamıyorum…

Kendimle gurur duymuyorum, çünkü; Hala kendim olmayı başaramadım… Ne yaptım, ne ettiysem, kendime bile, kendimi sevdiremedim…

Kendimle gurur duymuyorum, çünkü; Hiç Yaşamadım…

ferkul