Görebildiğim Bir Bahar İstiyorum

Görebildiğim Bir Bahar İstiyorum

Taktım kafaya… Evet bir şehirde yaşarsan baharı göremezsin, hissedemezsin, dokunamazsın ellerinle… Şöyle bir bahar sabahı uyandığında pencerene yaslanmış bir ağaç dalı da olmaz mı insanın?.. Çiçeğiyle, kokusuyla bir badem, erik dalı günaydın deseydi, gülümseseydi en içten dostun gülümseyişinden sıcak… Bu kadar mı şehir demek, ağaçsız dalsız, çiçeksizlik demek?.. Bunu özellikle yapıyormuş insanlar, yeni duydum… Apartman önlerinde çocuklar toplanıp meyve kavgasına girişmesinler diye, meyveli ağaç dikmek istemiyormuş kimse…

Bu ne insafsız görmezden geliş masumiyeti?.. Mutluluk denilen küçük bahaneleri?..
Ve bu kaçıncı katliam duygusu hissettirilen?

Meyvesiz ağaç, çocuksuz sokaklar, apartman önleri, çiçeksiz bahar… Bazen düşünüyorum da hayatı anlamsızlaştıran yine biziz, resimlendiremeyen, renklendirmesini bilemeyen yine kendimiz… Kendine ettiğini düşmanı yapmaz insanın… Biraz olsun açık olmalı, biraz olsun adım atmaya hazır bir çift ayak, görmek için göz, duymak için yürek gerek… Patlamaya hazır bir bomba gibi cesaret!..

Yine mevsim bahar… Yine koşturmaca içinde insanlar… Küçük bir an ayırmadan kendine, gelip geçen mevsimlerin farkına varmamak için direnirken, baharın ilk çiçek açmış ağacını görmek, hissetmek, uğur getirir, yeni bir yaşama doğru bir yol açar, diyorum… Ve , istiyorum ki her apartmanın önünde bir kaç meyve ağacı sıralansın, çocukların sesi kuş sesleriyle yarışsın… Çocuk sesini dünyamızdan hiç eksilmesin!… Bize biraz masumiyet gerek!…

Bahar!.. İlk kez aşık oluyormuş gibi, ilk kez gülümseyerek dünyaya gözlerini açan bir bebek gibi… Pencere önü çiçekleri kadar sıcak bir bakış hayata… İlk bahar çiçeği, ilk nefes alış gibi…

Baharda baharı yaşamak…. Görmek, hissetmek, koklamak, duyumsamak dileğiyle…

Dışarıda gümbür gümbür bir bahar sesi…

Duyuyor musunuz?…

ferkul

(Üçtür baharı yazıyorum… Eğer bir gün şair olursam, bahar şairi diye anılmak isterdim…)

24mart2010
20.20

gid(ebilsem)iyorum

Gidiyorum buralardan,

Gitmeyi marifet sanarak, gittiğim yollardan medet umarak, belki  kendimden kaçarak; gidiyorum…

Gittikçe umudum çoğalalacak, biliyorum, yeni ve yeniden bir gün gülümserken, güneş göz kırparken uzaklardan, onu önüme katarak,  giderken mutlu olarak, gidiyorum…. Geceyi size bıraktım, siz korkularınızla ve ayışığınızla kalın, gidiyorum…

Yürüyeceğim yollar bana arkadaş,
Gidiyorum bitti bu savaş…


Bazan yenilgi en büyük galibiyettir, bilirim, yenildikçe her savaşta kaybettikçe bileğilenir umudun;
gidiyorum buralardan…
Gidiyorum ben;  kimse duymadan, sessiz bir gidişle, kendimi, sadece kendi gözlerimi taşıyarak; gidiyorum….

Bir sarhoşa benzese de adımlarım, saymadan ve hiç bir şey düşünmeden, belki hiçliğimle kalarak, herşeyimle gidiyorum…. Sokaktayım, yolun yanı başında, belki de çıkmaz bir sokağadır gidişim,  göze alarak herşeyi ve herkesi arkamda bırakarak ; gidiyorum…. Kaldırımları saymadan, yolların sonunu görmeden; gidiyorum buralardan…

Gidişi seçtim ben, çünkü kalmak bazan yok olmaktır…. Beni bende bırakarak, sizi sizde bırakarak, yalanlarınızla, dolanlarınızla, nankör sevdalarınızla, güneşimi kimse çalmadan; kimseye yakalanmadan, hiç kimseyi almadan yanıma, bir valiz bile taşımayarak; gidiyorum… Sessiz bir çığlıkla olsa da gidişim, isyan edebilsem, edemesem de, konuşsam da, susamamasam da, ben gidiyorum…

Hayat denilen bu keşkemekeşi sevmedim, beceremedim aranızda olmayı, yalnızlığımı kaderimden  sayarak, gidiyorum… Yürüdükçe tökezledi umudum, yuvarlandıkça yokuş aşağı; durdu ayaklarım…  Artık sadece koşmayı değil, yolları değil, gidişi seviyorum…

Benim için gidiyorum, ardımda kalanları düşünmeden, bitişi yaşıyor başlangıçlarım… Küsmeyin, darılmayın gidişime sevdiklerim…. Size değil, kendime, yeniliyorum… Gidiyorum…

Benle barışık yaşamayı seçtim ben, siz varın yine beni benden etmeyi marifet sayın, ben kendimle kalmaya gidiyorum…

Gidiyorum, yanıma sadece yazdıklarımı alarak,  geçmişi ve geleceği hesaba katmayarak, düşünmeden , hesaplamadan, ayrımsamadan, ayrımsanmadan…. Pişmanlıkların, ah edip dövünmelerin zamanı değil, kökü bende bütün vazgeçişlerin!… Gidemeyişime isyan ederek, bana şaşırarak, kendime kızarak, gidiyorum ben buralardan…

Borçlandım, alacaklardan çok vereceğim bir şey kalmasa da , gitmek çok şey kazandırmayacaksa da,  göze aldım,  gidiyorum… Çok geç kaldım gitmek için, yeniden başlamak için, yaşlı gözlerle de olsa, ödüyorum kendime borçlarımı!… Gidiyorum....

Kendimi buldum ben kelimelerin arasından, harfler ve cümleler arasından, satırbaşlarından,  paragraf başlarından gitmeyi seçtim ben… Şiiri seçtim, şiirimsi bir yaşama gidiyorum… Ki şiirim, can dostum, karındaşım, kan kardeşim, utandırmadı beni hiç, utandırmaz da ;  bilirim…. Yaşadıkça yazmayı, yaşayamadıkça dökülmeyi,türkülere ve mısralara gömülmeyi öğrendim… Yazdıkça sevda şiirlerini, ağlamamayı öğrendim…. Ve gitmeyi seçtim, kalırsam; ki kalamam, kalırsam ben olamam, bırakın ellerimi, tutmasın kimse… Kalırsam bu şizofrenik dalgalar arasında kaybolacağım, biliyorum… Ben gideceğim, yoluma çıkmasın kimse, kimsesiz olmaya gidiyorum…

Sana geliyorum; sevdiğim, aşkım; kendim!… Sadece senmişsin gerçek seven… Gerçek sevgi kendini sevmekmiş önce; ben kendime geliyorum; kendimle kalmaya, savaşmadan yaşamaya, kavgasız bir damla yağmurda kendimle çoğalmaya, kendim için nöbet tutmaya, gidiyorum… Sana geliyorum kendim, benliğim!… Ben sendeyim, sende kalmak için, beni bulmak için, benim için gidiyorum, çünkü kendimi seviyorum…

Vazgeçtim bütün senlerden, sizlerden, sevgilerden, sevgisiz çirkin yüzümden, güzel kalmak için, kendimle tek başıma ayakta dimdik, yüreğimi kendime taşıyarak, kendime taşınarak, gidiyorum…

Gidiyorum buralardan… Acıları geride bırakak, ellerimi karanlıkta saklayarak, gündüze doğru, güneşe ve aydınlığa doğru
gidiyorum!...

Güneşimle yürüyorum, vaktidir, gitme zamanı geldi; durmanın anlamı yok… Anlamı yok yoksaymış bir yaşamın…. Bütün sokaklardaki kaldırım taşlarını sökerek, fırlatarak, dirilmek için, yeniden nefes almak için, boğulmadan, gülerek;  gülümseyerek benimle, gidiyorum…

İşte bitti, yağmur yağıyor, bir adımla bitecekmiş meğer, bir adımla yok edebilecekken kabusları, neden gidişi seçmediğime dövünmeden, yeniden başlamak için, beni bende bulmak için, gidiyorum…

Meğer herşeye boşverip gidebilmek yenilmemekmiş, yenilmiyorum, mağlubiyetin içinde zafer benim; gidiyorum!…

Yağmur sesini yanıma alarak, kendimi gözlerimde bende bırakarak,  seçerek, seçilmişlerden sayarak kendimi; gidiyorum…

Yoksaymaktan, yoksaymış bir yaşamaktan yoruldum, siz varın kalarak yok olun, ben varolmayı seçtim kendime…. Bir iyilik yapıyorum ki; en büyük iyilik kendine yaptığın iyilikmiş, kendine acımamakmış, acımıyorum, acıtmıyorum, acıtmadan gidiyorum….


Gidiyorum buralardan,!… Gitmeliyim, dedim ve işte şimdi gidiyorum, bütün sevda türküleri benimle, imkansız bütün olmazlar olur yollarımda, şimdi gitme vakti….

Sonbaharlar geride kaldı,geride kaldı bütün mevsimler… Beşinci bir mevsimi yaşamaya, kırkımdan sonra gençliğe;  gidiyorum…. Geride bıraktım bütün kışları, karları, çamurları; artık bütün ağaçlar dökmüyor yapraklarını… Sararmamış yapraklarla, yaşlanmamış umutlarla, yemyeşil bir baharla gidiyorum....

Bütün baharlar benimle, çünkü ben, gidiyorum.

Gidiyorum; çünkü kendimi seviyorum!…

ferkul
22haziran2009
00.46

MUTLULUĞUN ADI YOK

Mutluluğun adı yok

Eylül bitiyor… Yazdan kalma günlerin de sonu geldi artık… Güneşin kendini şöyle bir gösterdiği günleri bile özleyeceğiz uzun süre… Her ne kadar sıcak, bunaltıcı, dışarı bile çıkılmıyor da desek, baharla birlikte gelen yaz, ruhumuza neşe katmıştı, olumsuzluklar olsa da yaşamımızda… Şimdi iyice içine kapanacak insanlar… Kapalı kapılar ardında söylenecek hüzünlü yaşam türküleri… Kendi kendine birden bire değil, öylesine, bitmez gecelere saklanacak düşünceler… Soğuk bakışlı, umudun kapılarını kara bulutlara vermiş insanlarla dolacak sokaklar… Üşüyen insanlar sözleriyle yüreğimize dokunacak, yaralayacak katı kelimeleri, gülümsemeyi unutmuş gibi, hiç gün yüzü görmemiş, güneşte hiç ısınmamış gibi sakınacağız kendimizi dışarıdaki hayattan… Hiç yaz, bahar görmemiş gibi, unutacağız gülümsemeyi onların arasında… Onlardan biri olacağız, belki de öyleyiz, kimbilir?

Hayatını mevsimlerden bir kaç tanesine göre, ruhuna yansıtmış insanlardan olmak da kötü aslında… Her mevsimde yaşanacak güzel bir şey bulmak… Mümkün mü?… Düşünüyorum da, kışın içinde sadece o beyaz, duru ve saf yağışıyla yüreğimizi temizleyen tek şey karın yağışı olmalı… Lapa lapa , ben de varım bu soğuk, kara günlerin içinde der gibi… Bir de yağmur, hani sağanak yağar ya, gözlerinizin içine baka baka temizler ya toprağı, evleri, sokakları, gökyüzünü… Hiç bir zaman temizlenemez sandığınız bütün kirli şeylerin üstünde ıslak birer damla bırakır ya, işte o zaman altında olmak istersiniz, şakır şakır yağarken, kaçmadan, ıslanmak… İliklerine kadar, gözbebeklerine kadar… Umut getirir damlalar, yağmurdan sonra doğacak güneş için bir ilk adımdır bu, biraz buruk bir sevinçtir, hüzünle karışık…

Eylül bitiyor… Afyon’a kış geldi bile aslında… Geç bile kaldı, eylülde gösterirdi ya kendini, bu yıl insaflı davrandı, belki de yazı yaşayamamış olanlar için, mevsiminde gülümsemeyi unutmuş insanlara bir fırsattı, kimbilir?.. Afyon’un sonbaharı da kış gibidir her zaman… Yıllardır bu şehre küs, kinli yaşadım, beni ailemden uzak tuttuğu, özlemi, sıla ve gurbet kelimelerinin anlamını bana öğrettiği için bu soğuk şehri suçladım, sevmedim, alışamadığımı düşündüm insanına, soğuna, ağaçsız, gürül gürül akan suyu olmayışına, yeşilsiz yaşantısına…

Mevsimi, kışı, sonbaharı ve yazı içimde ayrıştırmaya çalışıyordum beynimde, düşüncelerimde… On altı yıldan sonra, birdenbire istediğim, yürekten dilediğim, hayalim olan şehre gitmek imkanına sahip olursam bir gün, dedim az önce, ne olur?.. Özler miyim, bunca yıl emek verdiğim, rüzgarına kendimi savurduğum şehirden neler götürürüm yanımda?… Geçmişiyle, geleceğiyle, yaşanmış ve yaşatılmışlığıyla neler doldurur çantamı giderken?… Bazan geride bıraktıklarınızı düşünür, tartar ve yarınlara biriktirirken farkedersiniz ki onlar sizin gözünüz, kulağınız, bedeniniz ve ruhunuz olmuş… Ne çok uzun bir süreymiş meğer onaltı yıl… Yaşadığımız ve bize sunulan hayatın içinde gördüklerine, gündüzüne, gecesine, sokağına, caddesine, her gün önünden geçtiğin salkım söğütüne bile alışıyor insan… Alıştığımız bir şeye dönüşüyor yaşamımız…

Alıştığını seviyormuşsun… Alıştığını sevmeye başladığının bile farkına varmadan öylesine bir yaşamın içinde mevsimleri ayrıştırıyorsun içinde… Bahaneleri mevsimlere atıyorsun, suçladığın şey belki de kendi içinde alışmayı sevmekten saymak, olabilir mi?… Bilmek de zor, bunu çözümlemeye çalışmak da…

Yine bir eylül bitiyor, yeni bir kış geldi dayandı kapımıza… Bahara yazacak çok şeyimiz var daha, nefesimiz kaldıysa soluyacak… Yeni eylüllere, mayıslara dair, yaşadığımız ve alıştığımız bir yaşama, şehre, kışa , soğuğa , havaya dair… Sanırım bunun bir adı var, hüzünle karışık ayrıştırdığımız her düşüncenin, gündüz, gece ve mevsimlerin içinde sıkıştırılmış bir kelime bu… Kışla, yağmurla, karla, güneşle, gülümsemeyi amaç edinmiş insanlarla özdeş…. Her nerede, ne konumda olursa olsun, ister alıştığı için sevmeyi öğrendiği, ister sevdiği için alıştığı ortamlarda olsun, insanlar hiçbir şeyden memnun olamıyor maalesef… Bu da kaçınılmaz bir şey; çünkü insanız, adımız hüzün… Düşünür, düşünür, bulamayız ismini, bir şey ki bu arayıp durmaktan usanmadığımız bir kelime… Sözlük karıştırsan, bütün gözlerde ruh arasan neye yarar?… Nedensiz kabulLenmek gerek bazan herşeyi, mevsimi, kışı, baharı, soğuğu ve soğutulmuşluğu… Çünkü mutluluğun adı yok…

YAŞAMAK!… İşte bu…..

Ne dersiniz?….

ferkul

24 eylül2008

17.14( gündüz yazdığım ilk yazı.)…)

kadınsan

 

 

Kadınsan al eline örgünü, ör!….

Aslında nereden başlayacağımı bilemiyorum… Kadın olmak çoğu zaman susmak demektir dedim az önce bir dostuma, susmasını bilmektir… Sustuğu yerde konuşmak, konuştuğu yerde kelimeleri yerinde harcamaktır… Böyle gördük, böyle öğrendik, belki böyle geldi, böyle gidecek…

Başlangıcı şöyle oldu, çok bilmiş bir ablam var. Dedi ki bana; internette vakit geçireceğine, örgü ör, dantel, elişi yap… Boşuna vakit kaybı… Bir yandan da hırsını oğluna ördüğü çeyizden çıkarırcasına hızlı hızlı örerken, ellerine baktım, takip edemedim, hızına yetişemedim… Evet…Stres atmanın en iyi yolllarından biri örgü örmektir… Yakışanı budur… Ne kazandırıyor sana saatlerce blog blog gezip, internette vakit harcamak, kimsenin okumadığı yazılar yazmak, bazan özelini isyanla haykırmak, acını klavyeye dökmek, sevincini ortaya saçıp bırakmak?… Kadın olmak susmak demektir…. Özelini, bütün çıplaklığıyla şiirler ve yazılarla dile getirmek yakışır mı, ör örgünü, kazakta, dantelde görünmez çıplaklığın?… Doğruluk payınının olduğunu biliyorum biraz da olsa…. Örgü örmek, tığ ve şiş bayanların en yakın ve vefalı dostu olmuştur genellikle…Amaaa ille de bayanım diye niye örgü öreyim?… Hem ille de bana yakışan örgü örmek mi, ben ne anlarım örgüden, bir tarafı yere bakar ben örerken, diğer tarafı göğe?… Niçin elime kalem yakışmasın?.. Mutlaka bir şiş, bir tığ, bir parça ip mi olmalı bana, beni anlatacak?… Her nerede ve nasılsam, nerede olmak istiyorsam, niçin olamıyorum?.. Stres dediğin bayana ve erkeğe göre değişir mi?.. Niçin yazmamalıyım?.. İnternet veya bütün sosyal aktiviteler niçin bizlere yakıştırılmıyor?…

Bütün zamanlar boyunca nerede en güzel aktiveteler varsa erkekleri en başta gördük yıllarca… Bu bizi yükseltti mi, susmak ve örtünmüş kelimelerin arkasına gizlenmek toplumları yüceltti mi?… Dikkat edin , okey oynarken, sohbet odalarında gezinirken, forum sayfalarını okurken bakın, çoğu bayandır…. Ve sonra, blog dünyası açıldı internette….Az önce okuduğum bir makalede blog adının e_günlük olarak Türkçeleştirilmesi gerektiğini yazmış değerli bir yazarımız… Eleştirdiğini düşündüğü blog veya e_günlük dediği sayfaların insanlarının, hatta bayanların diyeyim, hayatına ne kadar çok girdiğini henüz keşfedememiş bence… İnsanlar bloglarıyla yüreklerini konuşturmaya başladıkca bayanların bakış açısı değişti…. Blog sahiplerinin de çoğu bayan… Elbette bayan ruhunu sayfaya olduğu gibi yerleştiren, tamamen cicili bicili albenili sayfalar hazırlayanlar da var, olacak, onlar da yüreğini süslenmiş sayfalara bırakacak…. Rengarenk örnekler var artık blog sayfalarında… Artık elinde örgü, yemek programları, evlilik programları izleyen bayanlar kalmadı… Şimdi evinde yemeğini yaparken kendi blog sayfasına kaç kişi girmiş, yazdığı yazıyı kaç kişi okumuş, kimler ne yazmış, bu yemeğin tarifini hangi blogda daha güzel bir şekilde bulabilirim diyen bayanlar var…. Hatta öreceği kazağın, dantelin modelini internet sayfalarında bulmayı öğrenmiş, evinde ve odasında kendi haline yaşayan ilkokul mezunu bir bayanken yazmayı hedef edinmiş, kendini ve yaşamını sayfalarda görenler çoğalıyor gitgide… Dikkat ettim, örgü ve yemek sayfaları, blogları ve günlükleri ana haber sayfalarından daha çok ziyaret ediliyor…. Zamanla örgüyü günlüğe çeviren, anlatan ve konuşan kadınlara dönüşecek hepsi… Mutlu kadınlar…. Mutluluğunu suskunlukta değil, konuşmakta ve paylaşmakta bulmayı amaç edinmiş kadınlar… Huzurlu evler, neşeli yollar, sokaklar, neşeli çocuklar, neşeli bir gelecek….

Peki, nereye kadar, diyeceksiniz?..Giiitiiği yere kadaaar, kadın kadın olduğunun, ben olduğunun farkına varıncaya kadaaar… Toplumu oluşturan, geleceğe yön veren çocuklar yetiştiriyorsak önce biz, kim olduğumuzu görmeliyiz…. Kendini hiçbir aynada göremeyen, yerini bilmeyen, kendini bulamayan bayanların çok olduğu bir toplumun geleceği ne kadar parlak olur?… Güzel örgü kazaklar giyen, dantel, fisto takımları içinde uyuyamayan, ruhsal sorunlar içinde büyüyen bir gençliğe mi evet?… Hayır!…Bence en çok bayanlar yazmalı, en çok onlar katılmalı, toplumları toplum yapan, refaha ve huzura ileten kadınların mutluluğudur, niçin önce kendimiz hemcinslerimizi sınırlayarak, kınayarak ve daraltarak önünü kesiyor ve eline verdiği yarım kazağı bitirmesini istiyoruz?… Varsın çocuklarımız fabrikalarda hazırlanmış uyku setlerinde rahat uyusunlar, varsın fabrika işi kazakları içinde gülen yüzleriyle aydınlatsınlar içimizi, ferahlatsınlar….

Şimdiii, bu ferkul amma da feministmiş ya, diyecekler bana…Feminist filan da değilim aslında ya hani, çağrışım da yaptırmıyor değil tabii bu cümleler ilk okuyan kişinin düşüncelerine… Bence insan , insan olduğunun farkındaysa gruplar ve böyle gelmiş, böyle gideceklerin dışında bir dünyayı keşfetmeli….Böyle bir dünyayı kimse eliyle sunmuyor, sen açarsan kapının tokmağını çevirirsen , kapı açılıyor…

Önce insanım, sonra da kadın…Sustuğum yerde konuşmayı da bilirim…Ya siz?…

ferkul

15 ağustos 2008

03.18

 

 

 

ALDAT_(IL)_MAK

ALDAT_(IL)_MAK

 

Son günlerde yaşanılan, gündemi siyasetten sonra, her zaman fazlasıyla meşgul eden bir konuyu konuşalım, yazayım istedim ,ben yazarken siz okusanız da,birlikte konuşur gibi, değinmek  istedim  bu kez.

 

Her ilişkinin bir lale devri vardır.Bu devirden sonraki dönemdir yenilik arayışları.Kendini başkasıyla kandırmaya denir , aldatmak.Sadece evliliklerde değil tabii kastım.Daha geniş kapsamlı.Aslında bütün yalanlar aldatmaya girer.,İlk aldattığımız kişi annemizdir,babamızdır,kardeşimizdir,sonra sıralanır gider…Sanırız ki sadece zeki olan biziz, kimse bilmeden gerçekleri , hiçbir zaman ortaya çıkmayacak şekilde örtünmüşü yaşatırız yalanlara.Her yalan bir gerçeği yaşatır, her  seferinde kendini kandırdığını bilemez insan.Aldanan tek kişi kendisi’dir,en sonunda fark ettiği, kazandığı tek yeti insanların, bunu anlamaktır galiba…

 

Sanırım günün, zamane dediğimiz çağın ,en utanmaz yüzü…Alçaltıcı gerçeği…Kendini, başkalarını aldattığını sanarak, aldatan insanlar…Neden bu hale geldik?Nedir bizi bu yakışmaz tavırlar içine iten? Bu kadar saflığa, yaşanmamışlığa açlık, yetinmeyi, kabullenmeyi çok görmek mi?Gitgide inanca, o saf tertemiz Allah sevgisine karşı soğuttuğumuz kalbimiz mi?Unutturulmaya çalışılan değerlerle birlikte yok sayılan bir iman, yakaya yapışan, kanayan bir kırmızı leke gibi yok edilen onurlar, varsayılmazlığı yaşatılan insanlar…

 

Ne kadar aldatsan, aldatsan, kendine çıkar ,dönüp dolaşıp yolun…Yıpranan senden fazla üzerine yakıştırdığın o kötü kıyafettir, bilmezsin…

 

Yaşamın içinden çok, çok uzaklarda bir yerlerde yaşıyor insanlar…Kimisi hayallerle bulduğunu sanıyor gerçeğini, kimisi kendinden başkalarını kandırdığını sanarak,kendini buluyor  yalanların sahte çekiciliğinde.Yaşın kaç olursa olsun, kim söyleyebilir dünyasında aldat(ıl)manın olmadığını? Önce kendine dürüst ol, yaşanılan , yaşatılan,yaşatılmasını istediğin ne varsa, onu yaşa,kendini aldatmadan.En kolay,  hastalığa bulaşmayan, temiz yaşamlar kur kendine….Eğer mutluluksa aradığın, kendini sevmekle,yaşamını   olumsuzluklarıyla birlikte kabullenip ,yapamadığında bir devrim yaşatarak  nefsine,dünyana,yeniden kurabilirsin  hayatını.

 

Sevmenin, sevilmenin yasak olmadığı bir dünyada yaşıyoruz.Sahteciliğin içinde sevgi olmaz.Eğer aldandığın,aldattığın konu sevgi üzerineyse, zaten baştan kaybetmişsindir bir çok şeyini…Kırk yılda bir bulduğun mutluluğun ucundan tutmayarak,kendini kandırarak…Çoktan uçurmuşlar kuşlarını, kaçırdın kafesten…Çünkü hiçbir kuş özgürlüğü yaşamadan uçamaz…Sevgisiz yaşayamayan, yaşamını yeniden kurabilmeli…En azından bir başkasını onursuzluğa mahkum etmeden ,mutlu olabileceğinin farkına varmalı artık…

 

Aldat(ıl)madan,kendine bir yaşam kurabilecek kadar güç sahibidir her insan…Yeter ki benliğinizin içinden gelen o sese kulak verin…Tek başına da olsanız, bir dünya kadar çoksunuz çünkü…

 

  ONURU KENDİSİYLE BARIŞIK BİR YAŞAMDAN,  VAR OLABİLEN HERKESE

                                                        GELSİN….

 

                                                                                                                ferkul

                                     6.mayıs.2007